“Eğer dünya ekonomik kapatma ya da koronanın tahribatı seçeneklerinden çıkacaksa bu en isabetli bilimle olacaktır” diyordu Wall Street Journal gazetesinin editoryası, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünü anımsatırcasına. Editorya bu sözleri, Amerika’nın saygın doğa bilimleri dergisi Nature’ın koronavirüs hakkındaki bir editorya yazısını eleştirirken ifade etmişti. (Politicizing Coronavirus Science, 5 April)
Bu süreçten ancak “ilmin mürşitliğinde” çıkılacağını vurgulayan editorya, “önde gelen doğa bilimleri dergilerinden biri” olduğunu kabul ettiği Nature editoryasının “özel olarak otorite olmadığı politik tartışmalara” katılmasından çok rahatsız olmuştu. WSJ editoryası, Nature dergisinin doğa bilimcilerini siz doğa bilimleriyle meşgul olun, “otoritesi olmadığınız” işlere burnunuzu sokmayın diyerek azarlıyordu.
Nature editoryası, WSJ şeflerini rahatsız eden ve “korona bilimini politikleştirdiği iddia edilen” yazısında, “Biz bir hata yaptık. Bunun sorumluluğunu alıyoruz ve özür diliyoruz” demişti. Derginin özür dilemesinin nedeni, WHO Dünya Sağlık Örgütü’nün 2015 yılında yayınladığı kılavuzda belirtilen uyarıları başka kaynaklar gibi kendilerinin de dikkate almayarak korona ile Vuhan ve Çin’i özdeşleştiren ifadeler kullanmış olmasıydı. WHO’nun 2015 kılavuzu, salgınların başlangıç noktalarının virüsle özdeşleştirilmesinin terk edilmesini, bunun “bu bölgelerin ve insanlarının damgalanmasına” yol açması ve “doğan öfke ve korkunun bu bölge ve insanlarına yönelmesinin engellenmesi” gerekçeleriyle önermişti.
WHO kılavuzunda, “virüslerin tüm insanlara bulaştığı, bir salgın baş gösterdiğinde kim ya da nereden olduğu önem taşımaksızın herkesin tehlike altında olduğu” vurgulanıyordu. Yazısında, kılavuzdan bu vurgularını aktaran Nature editoryası, ABD Başkanı Trump, Brezilya Devlet Başkanı’nın millet vekili oğlu Eduardo Bolsonaro ve İngiliz politik liderlerinin salgından Çin’i sorumlu tutan açıklamalarını ve Vuhan ile koronayı özdeşleştiren söylemlerini örnekliyor ve bunların “sorumsuzca” ifadeler olduğunu, hemen durdurulması gerektiğini belirtiyordu. Bu yaklaşımların Asya kökenlilere ve Çinlilere yönelik ırkçı saldırıların artışındaki payını gündeme getiren editorya, özellikle ülkelerinin dışında eğitim gören 700 bin Çinli öğrencinin bu damgalama nedeniyle yaşadığı sıkıntılara dikkat çekiyor ve bu öğrencilerin çoğunluğunun ABD, İngiltere ve Avustralya’da bulunduklarını anımsatıyordu.
WSJ şeflerini rahatsız eden, Nature’ın “korona bilimini” politikleştirdiği suçlamasına yol açan düşünceler öz olarak bunlardı. WSJ editoryası, virüsün isimlendirilme sürecinde WHO’nun Çin’in basıncı nedeniyle bilimsel değil politik motivasyonlarla hareket ettiğini, Çin’in virüsün kaynağının gizlenmesi için çalıştığını, “batıdaki bazı ilericilerin damgalama korkusu” yaşayarak Çin’in bu hedefine hizmet ettiklerini dile getirme gereği duyuyordu. Editorya, Amerika’daki sosyal bilimcilerin politik tartışmalara katılma eğilimi gösterdiği için genel kamu güvenini kaybettiğini, bunun doğa bilimlerinde de gerçekleşmesinin sonuçlarının çok daha kötü olacağını da vurguluyordu.
WSJ şefleri, doğa bilimleri dergilerine politik “sınırlar” çiziyor ve bu sınırları aştıkları takdirde “genel kamu güvenini” kaybedecekleri konusunda uyarıda bulunuyordu. WSJ şefleri Amerikalı bilim insanlarını açıkça tehdit etmişti çünkü Nature’ın sayfalarında ABD devletinin korona çerçevesinde Çin’e karşı başlattığı propaganda kampanyasının temellerini sarsan bilgiler ve uyarılar yer alıyordu. Nature sayfalarını Çinli bilim insanlarının koronavirüs üzerine yaptıkları çalışmalara da açmıştı. Çin’e karşı yükseltilen ABD merkezli propaganda kampanyasının en güçlü mecralarından WSJ’ın şefleri koronavirüsün kaynağına ilişkin hakim “anlatıyı” bilimsel kesinliğe sahip bir unsur olarak bilim insanlarına karşı savunmakla kalmıyor, onlara “otorite oldukları” konuda ders de veriyordu.
Koronavirüsün kaynağı üzerine yapılan çeşitli bilimsel çalışmaların hakim “anlatının” bilimsel kesinliğini sorgulanır hale getirmesinin ardından Batılı bilim insanlarının konuyla ilgili düşüncelerini bir araya getiren Graham Readfearn yazısında, “halkın zihninde” diyordu, “koronavirüsün kaynağına ilişkin hikaye sabit şekilde yerleşmiş görünüyordu ama bilim insanları açığa çıkarmak için çalışıyor ve bu çalışmalar koronavirüsün kaynağına ilişkin hikayenin çeşitli yönlerden kesinlik taşımadığını gösteriyor.” Yazı için görüştüğü Melbörn Monash Üniversitesi Mikrobiyoloji Bölümü Başkanı Prof. Stephen Turner’a, Vuhan’da bir hayvan pazarında ortaya çıktığı ileri sürülen vürüsün yarasadan aracı bir hayvana ve daha sonra insanlara geçtiği yolundaki hipotez hakkındaki düşüncesini sormuştu. Turner soruyu, “Ben bunun hiçbir biçimde kesin olduğunu düşünmüyorum. Bu büyük olasılıkla yarasadan kaynağını alıyor ancak kesinlik burada bitiyor” şeklinde yanıtlamıştı. (How did coronavirus start and where did it come from? Was it really Wuhan’s animal market? Guardian 15 April)
Cambridge Üniversitesi’nden Peter Forster, Lucy Forster, Colin Renfrew, Michael Forster imzalı bir araştırma sonucu Amerika Ulusal Bilimler Akademisi’nin yayın organında yayınlandı. (Phylogenetic network analysis of SARS-CoV-2 genomes, April 8) Yarasalarda görülen koronavirüs türünün genomunu referans alan araştırmacılar, 24 Aralık 2019’da Çin’de tespit edilen ilk hastadan bu yana dünya çapında tespit edilen ve ortak bir veri havuzunda toplanan örnekler üzerinde çalışarak virüsün evrim haritasını çıkarmaya çalıştılar. Virüslerin genom benzerlikleri üzerinde çalışan araştırmacılar iki önemli sonuç elde etti. Buna göre araştırmacılar birbirinden türeyen ve belli karakteristik farklılıklar gösteren A, B ve C tipi üç virüs türü saptadılar. Bu virüslerden A tipi virüs, yarasada görülen ve kontrol verisi olarak ele alınan koronavirüsle %92 benzerlik gösteriyor ve ağırlıklı olarak ABD’de gözleniyor. 24 Aralık’ta Çin’de tespit edilen virüs ise A tipinin mutasyona uğraması yoluyla oluştuğu öngörülen B tipi virüs, bu tür aynı zamanda Doğu Asya’da en çok gözlemlenen türü oluşturuyor. Eldeki en eski numunenin genomunu kök kullanarak virüsün evriminin erken aşamaları hakkında fikre ulaşmaya çalışan araştırmacılar, çıkardıkları harita vasıtasıyla tespit ettikleri mutasyon hızını kullanarak ilk vakanın % 95 olasılıkla 13 Eylül 2019 ve 7 Aralık 2019 arasında enfekte olduğunu öngörebileceklerini söylüyor: eğer bu virüsün yarasadan insana bulaştığı varsayılıyorsa ne toplanan ilk vaka ne de Çin ve Doğu Asya’da görülen vakaların büyük bölümü Yarasa’da görülen koronavirüsle % 92 benzerliğe sahip A tipi virüs değil. Her ikisi de A’dan türeyen B tipi virüs. Bu araştırmanın sonuçlarını içeren ortak makalenin yanı sıra Peter Forster’ın “Covid-19’un Huvan kaynaklı olduğuna dair bir kanıt yok” başlıklı videosuna aşağıdaki linkten ulaşılabilir. https://www.youtube.com/watch?v=AQQf2yoymu0&fbclid=IwAR0Oc1EHnBGMy6JBF7JOf_1RflZvAy36GXzikm-ZpJPQ_u4m5mMn1Cvn13E
Bilim insanlarının yaptıkları araştırmalarda ulaştıkları sonuçlar böyle ve koronaya ilişkin hakim “anlatının” üzerine inşa edildiği unsurlardan farklı noktalara işaret ediyor. Bu noktada, Graham Readfearn’ın “halkın zihninde koronavirüsün kaynağına ilişkin hikaye sabit şekilde yerleşmiş görünüyordu” saptamasına dikkat çekmemiz gerekiyor, çünkü halen durum aynı ve hakim “anlatı” halkın zihninde yerleşikliğini sürdürüyor. Olasılıklardan biri olarak kabul edilmesi gereken “Huvan” anlatısı bilimsel kesinliğe sahip bir tez olarak sağcısından solcusuna herkesin zihnine yerleştirilmiş durumda.
Yeni düşman: Dünay Sağlık Örgütü ve Genel Sekreteri
WSJ, 5 Nisan tarihli başka bir editorya yazısında, bundan sonraki salgınla mücadele edebilmek için Dünya Sağlık Örgütünün “ya reforme edilmesini ya da mali fonlarının kesilmesini” talep ederek bu kez WHO’ya sınırlar çizmişti. (World Health Coronavirus Disinformation) Editorya’ya göre WHO kendi asli işlevlerinden uzaklaşmış, politikleşmiş bir örgüte dönüşmüştü; artık bir Çin örgütü olarak kabul edilebilirdi. Trump’ın WSJ’ın bu iddialarını sahiplenip harekete geçmesi için çok zaman geçmesi gerekmedi. O yaptığı bir açıklamada, WHO’nun “Çin merkezli” bir örgüt haline geldiğini ve örgüte ABD’nin sağladığı fonları kesebileceklerini söyledi. Birkaç gün sonra, yeni bir açıklamasında WHO’ya sağladıkları fonları dondurduklarını ilan etti.
15 Nisan’da yeniden söz alan WSJ editoryası, Trump’ın WHO’nun fonlarını dondurma kararının ardından, WHO’nun Covid-19 karşısındaki ciddi başarısızlığının ABD tarafından araştırılmaya başladığını, örgütün ABD’nin güvenini yeniden kazanması için Beyaz Saray’ın örgüte bir yol taslağı çizmesi gerektiğini belirtiyordu. (A Reckoning for the WHO) Editorya, dondurma kararının aslında WHO’ya yönelik bir şantajın aracı olarak tasarlandığını böyle açıktan dile getirmişti. Trump’ın kararını açıklamasının ardından, konuya ilişkin konuşan WHO Genel Sekreteri Tedros, salgının yayıldığı bir dönemde Trump’ın bu kararı uygulamayacağına inandığını söylemişti. Genel Sekreterin bu sözlerini değerlendiren editorya, onun bu inancının yanlış olduğunu belirttikten sonra, örgütün ABD’nin güvenini yeniden kazanmasının koşullarından birinin de genel sekreterin istifası olması gerektiğini dile getirmişti.
WSJ editoryasının WHO’dan ve genel sekreterinden bu denli rahatsız olmasının temelinde, kendisinin de önemli bir bileşeni olarak yer aldığı Amerika’da ki Çin karşıtı propaganda kampanyası merkezinin taleplerine boyun eğmemesi olduğu açıktır, tüm baskıya rağmen Tedros Çin karşıtı kampanyanın askeri olmamıştır. Propaganda kampanyasının sadık bir askeri konumuna gelmezseniz, kampanya merkezi tarafından siz de tıpkı aynı talebi reddeden Amerikalı doğa bilimciler ya da “batılı solcular” gibi işte böyle Çin’e “hizmet etmekle” suçlanıyorsunuz. Bryan Dayne konuyla ilgili yazısında, WHO Genel Sekreteri Tedros’un batılı hükümetlerin korona sürecinde örtük ya da açık olarak uyguladıkları “sürü bağışıklığı” stratejisini eleştirdiğini, bu tercihi bir “ahlaki çürüme” olarak nitelediğini belirtiyor. (Trump defunds the World Health Organization: A “crime against humanity”, WSWS 16 April) Herhalde istifa çağrılarına yol açan huzursuzluğun önemli kaynaklarından birisi de, Amerika başta olmak üzere Batılı hükumetlerin ölümcül stratejilerinin WHO’nun en tepe ismi tarafından bu şekilde mahkum edilmiş olması, Batılı hükumetlerin kendi insanlarına yönelik canice yaklaşımlarının gerçekliği üzerine güçlü bir ışık tutulmasıdır.
Bu gelişmelerden kısa bir süre sonra, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun, Çin’in korona tehlikesi hakkında dünyayı erkenden uyarmadığı, yanılttığı, salgının üstünü örtmeye çalıştığı ve bu nedenle hesap vereceği yönündeki açıklamaları basına yansıdı ve bu açıklama Çin’e karşı kampanyanın yeni bir dalgasının başladığına işaret ediyordu. Hızla gelişecek ve ölümlerle sarsılan Amerikan kamuoyunu etkileyecek olan bu kampanyanın başlangıcından bir süre öncesine gittiğimizdeyse ortada bambaşka bir tablo vardı. Öyle ki, Trump 24 Ocak’ta paylaştığı bir mesajda şu ifadeleri kullanmıştı: “Çin koronavirüsü sınırlamak için çok çetin çalışıyor. Birleşik Devletler onların çabalarını ve açıklıklarını çok takdir ediyor. Bunlar kesinlikle çok işe yarayacak. Amerikan halkı adına özellikle Başkan Şi’ye çok teşekkür etmek istiyorum.”
6 Şubat’ta Çin Devlet Başkanı Şi ile bir telefon görüşmesi yapan Trump, Charlotte’de bir toplantıda yaptığı konuşmada dinleyicilerine, “Dün gece Başkan Şi ile telefonda görüştüm. Biliyorsunuz virüs sorunu üzerine birlikte çalışıyoruz. Bu, çok çok zor bir durum, fakat ben onun üstesinden geleceğini düşünüyorum, gerçekten üstesinden iyi geliyor. Her nerede olursa olsun biz yardım edeceğiz.”
Trump aynı gün Şi ile görüşmesi hakkında bir twitter mesajı da paylaşmıştı, mesajında şunları ifade etmişti: “Çin Başkanı Şi ile uzun ve çok iyi bir telefon görüşmesi yaptım. O güçlü, keskin ve koronavirüse karşı mücadeleye odaklanmış. O iyi yaptıklarını hissediyor, birkaç gün içinde hastaneler inşa ettiler. Çin’de büyük bir disiplin meydana geldi. Başkan Şi başarılı olacak büyük bir operasyona kuvvetli bir liderlik yapıyor. Çin’e yardım etmek için çok yakın çalışıyoruz.” Aynı gün Amerikan Ordusu’nun düzenlediği bir törende konuşan Trump, Çin’in virüse karşı zorlu çalışmalarını överken, iki kez de Çin’in virüse karşı WHO ile birlikte çalışmakta olduğunu olumlu anlamda belirtiyordu. (15 times Trump praised China as coronavirus was spreading across the globe, Politico, 15 April)
Sonraki günlerde aynı sözleri defalarca tekrarlayan Trump bir süre sonra aniden fikir değiştirdi. ABD medyasından ve medyayı yönlendiren güçlü kurumlardan gelen basınçla Çin’e karşı bir propaganda kampanyasının merkezine yerleşti. Trump ve Dışişleri Bakanı Pompeo açıklamalarında, Çin’in açık davranmadığını, virüsle ilgili bilgileri gizleyerek dünyayı yanılttığını iddia ettiler. Çin Dışişleri Bakanlığı sürece ait bir zaman çizelgesi yayınlayarak, iddiaların doğru olmadığı yanıtını verdi. Glaobal Times ve Peoples Daily gibi Çin gazetelerinde bu konuda kapsamlı bilgiler içeren yazılar yayınlandı.
Konu tartışılırken, Washington Post gazetesinde Vuhan’daki bir bilimsel enstitüdeki laboratuvarda koronavirüs üzerine çalışmalar yapıldığı haberi yayınlandı. Haberde, bilim insanlarını da içeren bir ABD elçilik heyetinin 2018 yılının ocak ve şubat aylarında bu enstitüde incelemeler yaptığı belirtiliyor, incelemeler sonrası Vaşington’a Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen raporlardan bazı parçalar aktarılıyordu. Bu parçalarda, laboratuvarda yeterli güvenlik tedbirlerinin alınmadığına dikkat çekiliyor, eğitilmiş teknisyen ve araştırmacı eksikliği bulunduğu belirtiliyordu. Dışişleri Bakanlığına laboratuvarın güvenliğinin arttırılması için para yardımı yapılması önerisi de raporda yer almıştı. Raporda dikkat çekilen bir unsur, laboratuvardaki “güvenlik protokollerinin eksikliği nedeniyle ileride bir koronavirüs salgını yaşanması” tehlikesiydi.
Bu haberin yayınlanmasından iki gün sonra, basın toplantısında bir gazetecinin laboratuvarla ilgili bir sorusuna yanıt veren Trump, “Bu raporlardan haberim var. Bu korkunç duruma yönelik yoğun bir inceleme yürütüyoruz” dedi. Konuyu Başkan Şi ile görüşüp görüşmediğinin sorulması üzerine, “Onunla laboratuvar üzerine konuştuklarımı aktarmak istemiyorum. Şu an için bu uygun değil” yanıtını verdi. Dışişleri Bakanı Pompeo konuyla ilgili olarak, “Virüsün Vuhan’da ortaya çıktığını biliyoruz, Viroloji Enstitüsü de kente birkaç mil mesafe uzaklıkta. Çin, bize daha net açıklamalarda bulunmalı” diyordu.
Bu açıklamalardan sonra, Fox News’in görüştüğü ABD güvenlik yetkilileri, Amerikan istihbaratının çok geniş çaplı araştırmalar yürüttüğünü ve Amerikan istihbaratında virüsün kaynağının Vuhan’daki laboratuvar olduğu yönünde bir “inancın arttığını” belirtiyordu. Fox News haberinde vurgulanan bir başka nokta ise, Çin’in neden bu çalışmaları yaptığına ilişkindi. Yetkililere göre, Çin virüsleri tanıma ve salgınları engelleme konusunda ABD ile aynı yeterliliğe sahip olduğunu ya da ondan daha üstün olduğunu göstermek için bu çalışmaları yapıyordu.
Amerika’nın en yetkili ağızlarından çıkan bu sözler ve Amerikan basınında geniş biçimde yer alan iddialar tüm dünyada hızla gündemin ön sırasına yerleşti. Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Çin Dış işleri Bakanlığı Sözcüsü Zao Lician, ABD’yi pandemiyle mücadeledeki yanlış adımlarının üzerini kapamak için konuyu başka yöne çekmeye çalışmakla suçladı. Zao, ABD’nin “kamuoyunun kafasını karıştırmaya, dikkatleri dağıtmaya ve sorumluluktan kaçınmaya” çalıştığını söyledi.
Konuya ilişkin bir açıklama, Fransa Devlet Başkanı Macron’un ofisinden yapıldı. Açıklamada, Vuhan’daki laboratuvara ilişkin Amerikan basınındaki iddiaların hiçbir kanıta dayanmadığı belirtilmişti. Reuters’de yer alan bu açıklamayı içeren haberde, Fransa’nın 2004 yılında bulaşıcı hastalıklar ve biyo-güvenlik üzerine Vuhan’daki laboratuvarda ortak çalışmalar yürütmek üzere Çin’le bir anlaşma yaptığı belirtiliyordu. (France says no evidence COVID-19 linked to Wuhan research lab, Reuters, April 17)
Aylardır dünyanın bir numaralı gündemi olmasına rağmen, Vuhan’daki laboratuvarın “güvenlik protokollerinin eksikliğini” ve bunun yaratabileceği “bir koronavirüs salgını” tehlikesini anımsamayan Amerikan basınının ve istihbarat yetkililerinin, bunları tam da Çin’e karşı yeni bir propaganda dalgasının yükseltilmeye başladığı günlerde birden bire anımsaması kuşkusuz çok şey anlatıyor.
Amerikan Askeri istihbaratında görev yapmış ve Birleşmiş Milletler’de Silah Denetçisi olarak çalışmış Scott Ritter, Vuhan’daki laboratuvarla ilgili son iddiaları, “Çin’e yönelik yeni bir cadı avı” olarak değerlendiriyor ve bunun 2002 yılında ABD yönetimi tarafından Irak’a yöneltilen “kitle imha silahlarına sahip olma” suçlamasıyla aynı nitelikte olduğunu belirtiyor. (As the Trump administration legitimizes Covid-19’s ‘China lab’ origins conspiracy theory, remember Iraqi ‘WMD’, RT, April 17)
Yeni “cadı avı” başladı ancak ne Çin Irak ne de dünya 2003 dünyası. Geriledikçe saldırganlaşan ABD emperyalizmi, korona günlerinde iyiden iyiye görünür hale gelen zaaflarını gözlerden gizlemek için Çin’e yönelik yeni bir saldırı dalgasını başlatmış görünüyor. Bu nedenle, son birkaç gündür basın “Yeni Soğuk Savaş” üzerine haber ve yorumlarla dolu. ABD’nin Çin’e açtığı 2 yıllık “ticaret savaşı”nın ardından korona sürecinde gelen bu yeni hamleleri savaşı yeni bir seviyeye yükseltme arayışının işaretleridir. Korona sonrasında hızlı toparlanma yönünde işaretler veren Çin bu hamlelere karşı ne tür yanıtlar üretecek? Sürecin nasıl gelişeceğini büyük ölçüde bu yanıtlar belirleyecek. ABD’nin saldırıyı yükseltme eğiliminde olduğunu gösteren bir açıklama yine Trump’tan geldi, “eğer hataysa hatadır ama kasten sorumlular ise sonuçlarıyla yüzleşmeleri gerek”.